Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

Bugün yalnızca Adıge (Çerkes) toplumunun değil, dünyada dillerin kaybolması ile birlikte insanlık mirasının eksileceğini fark eden bilim insanlarının da üzerinde durduğu bir konu olan kaybolmakta olan dillerin yaşatılması alanında birçok çalışmalar mevcuttur. Ancak insanlığın yeni dikkatini çeken bu alanda yürütülen çalışmaların meyvesini vermesinin nesiller boyu istikrarlı çalışmaların devam etmesine bağlı olacağını da gözden kaçırmamak gerekir.

UNESCO’nun belirlediği kuşaklar arası dil aktarımı ölçütüne göre bir dilin güvenliden ölüye 6 tehlike derecesi belirlenmiştir:

Güvenli (Safe): Dil bütün kuşaklar tarafından konuşuluyor; kuşaklararası aktarım kesintisiz: Bu diler bazı araştırmalarda sürdürülebilir diller kavramı ile açıklanmaktadır. Buna göre uzun vadede hayatta kalmalarına yönelik tehdit olasılığının zayıf olduğu, yeterince büyük ve artan nüfuslara sahip diller.

Zayıf (Vulnerable): Çocukların çoğu dili konuşuyor, ancak konuşmalar belirli alanlarla sınırlı (ev gibi). Bu diller sürdürülebilir ama küçük dillerdir. Buradaki dillerin yaklaşık 1.000’den fazla konuşuru vardır. Bu dilleri konuşan topluluklar izole yaşayan veya güçlü bir iç organizasyona sahip ve dillerinin kimliklerinin bir göstergesi olduğunun farkında olan topluluklardır.

Kesinlikle tehlikede (Definitely endangered): Dil, evde artık ana dili olarak öğrenilmiyor. Bu diller hayatta kalmayı bir olasılık kılacak kadar sayıda insan tarafından konuşulan ama bu olasılığın ancak uygun koşullar ve toplum desteğiyle mümkün olacağı dillerdir.

Ciddi tehlike altında (Severely endangered): Dil, büyük ebeveynler ve yaşlı kuşaklar tarafından konuşuluyor; ebeveynler dili anlayabiliyor, ancak kendi aralarında anlaşabilecek ve çocuklarına öğretebilecek kadar konuşamıyor.

Kritik tehlike altında (Critically endangered): En genç konuşurlar, büyük ebeveynler ve daha yaşlılardır ve onlar da kısmen ve seyrek olarak konuşuyor. Bu diller az sayıda yaşlı insan tarafından konuşulduğu için hayatta kalma olasılığı görülmeyen dillerdir.

Ölü (Extinct): Konuşur kalmamıştır. Ölü diller son akıcı konuşurunun da öldüğü ve yeniden canlanma işaretinin olmadığı dillerdir.

Bu programda hayatiyet/tehlike ilişkisi dokuz etkene bağlanmaktadır:

  • Kuşaklararası dil aktarımı
  • Konuşurlarının kesin sayısı
  • Toplam nüfus içindeki konuşurları oranı
  • Dil kullanım alanlarındaki değişmeler
  • Yeni alanlara ve medyaya tepki
  • Dil, eğitim ve okuma-yazma için malzeme sağlanması
  • Resmî ve kurumsal dil tutumları resmî statü ve kullanımı dâhil olduğu politikalar
  • Topluluk üyelerinin kendi dillerine yönelik tutumları
  • Dokümantasyonun miktarı ve kalitesi

Bu durumu günümüz Türkiye’sinde konuşulan ve yaşayan Adıge dili (Çerkesçe) için değerlendirecek olursak, Adıge dilinin yeniden nesiller arası iletişim aracı olarak kullanılması için gereken koşulların ilgili olduğu bazı maddeleri önem sırasına göre şöyle sıralayabiliriz:

  1. Hâkim toplum ve kültürün dil çeşitliliğine bakış açısı:

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki etkin olan ulusalcılık akımının etkileri sonucu 1924 anayasası, yürürlüğe girmesi ile birlikte Anadolu’da var olan çok dilli kültürel yapıya ciddi zararlar vermeye başlamıştır. Bu durumdan en çok etkilenen dillerden biri de Adıge dili olmuştur.

1864’te kaybettikleri savaşın sonucu olarak Anadolu ve çevresine yerleştirilen Adıgeler eğitim ve öğretime önem vererek kendi imkanlarıyla okullar açmışlardı. Cumhuriyet döneminde bu okullar kapatılmış, köylere “Vatandaş, Türkçe konuş!” yazılı tabelalar asılmıştı. Evlerde bulunan farklı Adıge dili ve benzeri yerel dillerde yazılmış kitaplara el koyulmuş, Milli Eğitim okullarında okuyan ve okula başlayana kadar anadilini kullandığı için Türkçe konuşmayı bilmeyen öğrencilere cezalar verilmişti. Kamuya açık alanlarda veya resmî kurumlarda Türkçeden başka yerel dillerde konuştuğu için ciddi baskılara ve yaptırımlara maruz kalanlar olmuş, direnenlere ise hapis cezasına varan yaptırımlar uygulanmıştı. Bu tür uygulamalar ve siyasi bakış açısı, doğal olarak Türkiye’de yaşayan Adıge kökenli vatandaşları olumsuz etkilemiştir. Türkiye’de yaşayan Adıge toplumu bu baskı ve yaptırımlar sonucu, çocuklarının geleceğini güvence altına almak kaygısıyla kendi dillerini kullanmaktan uzaklaşırken, Adıge olmayan yakın komşuları ve çevrelerindeki diğer vatandaşlar da bu Devlet politikalarının etkisiyle Türkçe haricindeki yerel dillerin konuşulmasına karşı bir antipati de geliştirmişlerdir. Bu yaşananların haklılığı tamamen o dönemin koşullarında değerlendirilmelidir. Burada vurgulamak istediğim, yaşanan dönemin Adıge diline verdiği zararlardır. Yapılan uygulamalar sonucu endişe duyan ebeveynler çocuklarına Adıge dilini anadil olarak öğretmekten vazgeçmişlerdir. Kendileri günlük hayatlarında Adıge dilini kısıtlı düzeyde kullanabilmişler veya hiç kullanmamayı tercih etmişlerdir. Bu ve benzeri sebepler dilin doğal gelişimini ve nesiller arası iletişim aracı olarak kullanılmasını engelleyerek dilin giderek yok olmasının temel nedenleri arasında oldukça etkin bir neden olmuştur. Bugün değişen Devlet politikaları ve iki dilliliğin ülke bütünlüğüne zararlı olacağı inancının değişmesi sayesinde, insanlar çekinmeden Adıge dili ile ilgili bilimsel çalışmalar yürütebilmekte, dilin kaybolmasının önüne geçilmesi için akademik ve/veya sosyal faaliyetler yürütebilmektedirler. Bugün Adıge dilinin Yaşayan Diller ve Lehçeler kapsamında orta öğretim okullarında ders konusu olması ve Düzce Üniversitesinde lisans ve yüksek lisans seviyelerinde öğretiliyor olması az da olsa dilin yaşaması ile ilgili umut vermektedir.

  1. Tehlike altındaki dilin kullanım alanları:

Birinci maddede özetlediğimiz sorunlar doğal olarak Adıge dilinin kullanım alanlarının da kısıtlanmasına önayak olmuştur. Dilin en temel işlevi olan “bireyler arasında iletişim kurma” fonksiyonunun Adıge dili için engellenmiş olması bu dilin işlevselliğini yitirmesinde oldukça önemli bir etkendir. Serbest bırakılmış olsaydı belki yine hâkim toplum dilinin yanında işlevsiz görülerek terk edilecekti. Ama belki de Adıge toplumu tarafından işlevsel olarak kullanılmaya devam edilecek ve de doğal sürecinde gelişmeye, kendini güncellemeye devam edecekti. Bugün maalesef zamanı geriye alıp bunu test etme şansımız yok.

Dilin işlevselliğini koruması için şüphesiz kullanım alanlarının da yaygınlaşması gerekir. Örneğin bir çocuk evde her ne kadar ebeveynleri ile anadil olarak Adıge dili iletişim kursa da okuldaki derslerde ve Adıge dili bilmeyen arkadaşları ile iletişimde Türkçe kullanıyor olması çocuğun giderek anadilinden uzaklaşıp hâkim dile yönelmesine neden olur. Bu durum Adıge dili konuşan ebeveynleri ile konuşurken bile Türkçe cevap veren bir neslin oluşmasının belki de en geçerli sebebidir. Benzer şekilde iş hayatında ya da teknik konularda yapacağı bir arkadaş sohbetinde Adıge dilini kullanamaması zamanla Adıge toplumunun bireylerinin bilinç altlarında bu dilin işlevsiz ve gereksiz olarak yerleşmesine sebep olur. Nitekim bugün orta öğretimde Yaşayan Diller ve Lehçeler dersinde Adıge dili öğrenim imkânı mevcut olduğu halde birçok veli, çocuğunun bu dili öğrenmekle bir şey kazanamayacağı düşüncesi ile alternatif seçmeli derslere yönelmektedirler. Dolayısıyla Adıge dilinin konuşanları arasında işlevselliğinin korunması oldukça önemlidir. Bu dilde okunabilir eserlerin üretilmesi, gelişen teknolojide yer verilmesi (örneğin yazılımı Adıge dilini destekleyen akıllı telefonlar üretilmesi, Adıge dilinde yayın yapan radyo ve/veya televizyon kanallarının açılması, DVD filmlerinde altyazı seçeneği olarak Adıge dilinin eklenmesi vb.) bu dilin işlevselliğini arttırmakla birlikte insanların bu dili öğrenme ve kullanma isteği de artacaktır.

  1. Tehlike altındaki dilin toplumunun etnik kimlik anlayışı:

Bir dilin doğal konuşanları pek tabi ki o dilin sahipleri ve temel koruyucularıdır. Bu bağlamda değerlendirecek olursak ilk bakışta bu madde en önemli madde gibi görünse de ilk iki maddede tartıştığımız etnik kimlik anlayışının önemini bu maddeler arasında üçüncü sıraya getirmiştir. Bir taraftan dilin yaşaması için kişilerin etnik olarak aidiyetlik hissi ilk iki maddede değerlendirdiğimiz koşulların önüne geçemez. Her ne kadar millet bilinci olsa da ekonomik ve yaşamsal ihtiyaçlar etnik aidiyetlik duygusunu ezerek toplum bireylerinin başkaca dillere ağırlık verme eğilimine sebep olabilir. SIL‘in çalışmalarına göre bugün dünya üzerinde konuşulan dil ve lehçelerin sayısı 7000’e varan sayılarla ifade edilmektedir. Ancak tüm bu diller ve lehçeler bugün en yaygın kullanılan 100 kadar dilin hakimiyeti altındadır. Dolayısıyla etnik aidiyetlik nüfus desteği ve diğerleri olmadan yeterli olmaz.

  1. Tehlike altındaki dilin ve toplumunun hâkim olduğu toplumun içindeki prestiji:

Dillerin prestijini sağlayan o dilin toplumudur. Adıgeler toplum olarak yaşam tarzları ve dünya görüşleri ile Türkiye’de prestij kazanamamış olsalardı Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yaklaşım bugün de kendini göstermeye devam ederdi. Sonucu olarak da baskılı rejim sonrasında zamanla verilen haklar (dernek kurma, kültürel faaliyetler, dili konuşma, öğrenme ve öğretme vb.) engellenmeye devam edebilirdi. Toplumsal sempatinin yönetimsel algıyı da etkilemesi söz konusu olduğundan bu koşulda bu maddeler arasında 4. sıradadır.

  1. Tehlike altındaki dil ile ilgili farklı okul programlarının bulunması ve o dilde okur yazarlığın niceliği:

Bu koşulun var olabilmesinin, önceki maddelerde açıkladığımız dört koşulun gerçekleşmesine bağlı olduğu yukarıdaki açıklamalarda da görülmektedir. Dilin işlevselliğinin artması o dili öğrenmeye talebi de arttıracak temel unsurların başında gelir. Ekonomik nedenlerden ötürü, talep olmayan bir dilde eğitim olmasını beklemekte çok gerçekçi olmaz. Bu durumda okur yazarların azalması ile beraber o dilde literatürün gelişmesi de zayıflayacaktır. Ancak okuryazar niceliğindeki artış o dildeki üretimi de arttıracaktır.

Türkiye’de yaşayan Adıgelerin bir kısmının halen daha bu dili kullanıyor olmasının tek nedeni az bir kesimde de olsa aile içerisinde anadili olarak kullanılmaya devam ediliyor olmasından kaynaklıdır. Türkiye’de yaşayan Adıgelerin neredeyse tamamına yakını bugüne kadar bu dilde okuma yazma öğrenme imkanına sahip olamamıştır. Kafkasya’ya sık sık gidip gelme imkanına sahip olan az bir kesim ile kişisel merakı ile imkanlarını zorlayarak ve dernekler yardımı ile okuma yazma öğrenen çok az bir kesim okuma yazma öğrenebilmiştir.

Eğer Türkiye’de yaşayan Adıge toplumu bu dilde okuma ve yazma alışkanlığını yeniden kazanır ve geliştirir ise bu dilin yeniden canlanması için önemli bir adım atılmış, anavatanda bulunan Adıge cumhuriyetleri için de büyük bir moral desteği sağlanmış olacaktır. Bugün benzer şekilde hâkim dil olan Rusçanın etkisi ile anavatandaki gençler de Adıge diline gereken önemi verememektedirler. Aynı zamanda Türkiye’de yaşayan Adıgelerin Adıge dili ile yazılmış eserler üretmeleri de önemlidir. Bu eserler Türkiye’de yaşayan Adıgeler ile başta Kafkasya olmak üzere dünyanın muhtelif yerlerinde yaşayan Adıgeler arasında da köprü oluşturacak, farklı yörelerde ve ülkelerde farklılaşmaya başlayan Adıge kültürünün de asimilasyona yenik düşerek yok olmasına karşı koruyucu bir etken olacaktır.

Sonuç:

Özetle söylemek gerekirse yukarıda beş ana maddede açıkladığımız, Adıge dilinin yeniden nesiller arası iletişim aracı olarak kullanılması için gereken bu koşullar sağlandığında dilin yeniden canlanması, işlevselliğinin gelişmesi ve güncellenerek günümüz ihtiyaçlarını karşılar hale gelmesi de sağlanabilir. Yeniden tohumlarından yetiştirilen bir meyve ağacının ilk meyvelerinin görülebilmesinin 5-10 yıl gibi bir süre gerektirmesi gibi, henüz çok yeni sayılabilecek ve çeyrek yüzyıldan az bir süredir gerçekleşen bazı olumlu gelişmelerin Adıge diline kazandıracağı meyveleri görmek için de biraz daha sabırlı olmalıyız. Ancak bu süreç içerisinde Adıge halkına büyük bir sorumluluk düşmektedir. Meyvelerin yeşermesi için nasıl ki ağacın/fidanın sulanması gübrelenmesi vb. bakımlara ihtiyacı varsa Adıge dilinin de yeniden yeşermesi için Adıge toplumun da bu dili sulamasına gübrelemesine ihtiyacı vardır. Yani Adıge dilini kullanmaya özen gösterilmesi, bu dilde eserler üretmeye gayret edilmesi, bilenlerin çocuklarına bildiklerini öğretmesi, konuşabilenlerin mutlaka okuma-yazma da öğrenmesi, bilmeyenlerin de doğrudan literatür dilini öğrenmeye gayret etmesi gerekmektedir.

Adıge dili için diğer bir sorun da Türkiye’de yaşayan Adıgelerin literatür diline bakış açılarıdır. Sadece kendi ailesinde, köyünde, mahallesinde Adıge dili konuşup anlayabilen ancak okuma yazma bilmeyen toplum, literatür dili ile ilk karşılaştığında kendi lehçe/şivesinden gelen alışkanlıklarının dışında bir şeyler ile karşılaştığında yersiz tepkiler gösterebilmektedirler. Bunun temel sebebi tamamen aile içerisinde doğrudan kulaktan öğrenmiş olmalarıdır. Literatür dilini iyi öğrenmek kimsenin evindeki konuştuğu lehçe, şive veya ağızı ortadan kaldırmaz. Aksine farklı bölgelerde yaşayan Adıgelerin şive farklılıklarından kaynaklanan iletişim sorunlarını aşmalarına da yardımcı olacaktır.

Örneğin Anadolu’da her yörede ayrı bir Türkçe şivesi kullanılmakla birlikte ses ve kelime değişiklikleri ne kadar birbirinden farklı olsa da herkes yazı (literatür) dili olan İstanbul ağzı Türkçesi ile okuma yazma öğrenmektedir. Bu da doğudan batıya Türkçe bilen herkesin birbirileri ile rahat iletişim kurabilmesinin temelini oluşturmaktadır. Ancak hiç kimse konuşurken ana dili olarak öğrendiği Türkçenin o yörede konuşulan formunu terk etmez. Evinde bu yerel ağız ile konuşmaya devam ederler.

Diğer bir sorunda, yine Türkiye’de yaşayan bir kısım Adıgelerin mevcut Adıge alfabesi hakkındaki ön yargılarıdır. Bazıları Kiril işaretleme dili kullanılan bu Adıge alfabesini Rus alfabesi ile aynı zannederek tepki geliştirirken, bazıları da Adıge alfabesinin öğrenilmesinin Latin işaret dili ile yazılan alfabelere göre daha zor olacağı kanaati ile tepki geliştirmektedir. Bu iki konuya da açıklık getirmek gerekir.

İlk olarak belirtmeliyim ki Rus alfabesi ve Adıge alfabesi her ne kadar Kiril işaretleri ile oluşturulmuş olsa da ikisi de birbirinden farklı alfabelerdir. Nasıl ki Alman alfabesi de Türk alfabesi de Latin işaret dili kullandığı halde bu işaretlerin karşılığı sesler farklı ise Rus ve Adıge alfabeleri de böyle bir farklılığa sahiptir. Ayrıca ses sayısı olarak ta Rus alfabesinde 33 harf bulunmasına karşılık Adıge alfabesinde 66 harf bulunmaktadır.

Latin temelli alfabelerin Kiril temelli alfabelere göre daha kolay öğrenilebileceği de tamamen bir yanılgıdır. Nasıl ki diğer dillere göre çok daha basit öğrenilebildiği düşünülen İngilizce için İngiliz alfabesini öğrenmek ve İngilizce sesleri doğru çıkartmayı öğrenmek insanlara kolay gelmiyorsa işaret dilinden bağımsız olarak yeni öğreneceğiniz bir dilin seslerinin işaret karşılıklarını da öğrenmekte zorlanmanız doğaldır. İngiliz alfabesinde 26 harf varken, 29 harfli olan Türk alfabesini iyi bilenlerin İngiliz alfabesinin ses karşılıklarını öğrenmekte çektikleri güçlük, okuma yazma öğrenmenin alfabenin grafik yapısından bağımsız olduğunu da kanıtlamaktadır. Bu nedenle bu gibi asılsız ön yargılardan uzak durmak, öğrenme algısının gelişmesini de sağlayacaktır.

Dolayısıyla tüm Adıgelerin bir şekilde Adıge alfabesini, okuma ve yazmayı öğrenmesi gerekmektedir. Bunun için okullardaki seçmeli derslerden, derneklerde açılan kurslardan, kurs açılması planlanan, halk eğitim merkezlerinden, üniversitelerin açtığı özel kurslardan yararlanılabilir. Ayrıca okuma yazma öğrenimi için geliştirilen yeni kitaplar ve bilgisayar yazılımları sayesinde bireyler kendi kendilerine çalışarak bile alfabeyi ve okuma yazmayı öğrenebilirler. Bu da dili bilenlerin yeni öğreneceklere bilgilerini aktarmasını hızlandıracak ve kolaylaştıracak bir zemin hazırlayacaktır.

M. Uğur NEMLİOĞLU
НЭМЭРЫКЪО М. Ӏугъур

10 Eylül 2016, Düzce

Click to rate this post!
[Total: 3 Average: 4.7]